Sıradan Bir Eylül Akşamı mı?
Abartılı Bir Yardım Çığlığı mı?
Sonbahar kapılarını açıp, bizi davet etti. Sonbaharın, adındaki ‘son’dan mütevellit bir bitiş, sonlanış, yok oluş ve dönülmez son olan ölüm ile bağdaştırılmasından olsa gerek, hüzün ve veda soslu aylarda ağırlanıyoruz.
Bu hüzünle nasıl baş ediliyor? Ayrılıklar, ölümler, gerçekten de, hep bu mevsimde mi oluyor? Olanlar oluyor da bize ne oluyor?
Bu sorunlar ile ilgilenmek, bir çok disiplin ile ilgili bilgi sahibi olmayı gerektirmekte, istatistik bilgileri de cabası…
Bu yazı, bu ay ile adlandırılmış bir şarkı olan ‘Eylül Akşamı’na göz atmak, bazı noktalara değinmek üzere yazıldı.
Sözleri ve müziği Ayna grubu ile tanınan Erhan Güleryüz’e ait. İlk albümünde yer veren Göktan adından sanatçı bu şarkıya 2002 yılında çıkan Yağmurda Yürüyorum albümünde yer alıyor. Şarkının sözleri şöyle;
Bu eylül akşamında
O güzel deli gözlerini
Görebilmek için canımı verirdim
Nerdesin nerdesin
Nerdesin nerde
İçim dışım ızdırap
Bir çıkış yolu bilmiyorum
Bana dönmen için canımı verirdim
Nerdesin nerdesin
Nerdesin nerde
Her akşam fırtına kar yağmur
Gezdiğimiz yerlerde
Her akşam uğruna ağlıyorum
Sen hiç bilmesen bile
Ruhumdan ayrılığını koparıp
Unutmak istiyorum seni
Unutamıyorum
Bu şarkıda, ayrılık acısını yaşamış birisinin içinden atamadığı acısı, bunu haykırışı, hislerin ve isteklerin ifade edilişi mevcut… İlave olarak, bu yaşanan ruhsal sıkıntıların yanı sıra mevsimsel bilgiler de yer alıyor.
Bizim yazımızın konusu, işte bu mevsim ile ilgili detaylar ve bunun etrafında gelişen, aslında var olmayan şeylerin, bu duygusal buhranın tırmandırılması ile birlikte insanları nasıl manipüle ederek darlıyor ?
Bizleri, bu düzeydeki mantıksızlıklarla bu denli hüzünlendiren şeylere karşı farkındalık yaşayabilmek de hedefimiz. Sanat dünyasının İstanbul merkezde yaşayıp, geliştiğini düşünerek devam ediyoruz. Yazarımız şarkıyı yazdığı sırada dünyanın kuzeyinde, ayrılık acısından kaçış için uğraşmaktaysa…(diye düşünürken, o da ne?) O halde neden eylül akşamı?
2002 yılında İstanbul’daki hava durumuna baktığımızda gördüklerimiz, ılık hafif serin; sıcaklık en az 15 santigrat derece ile en çok 28 santigrat derece olarak ölçülmüş görünüyor. Bu derecelerde kar olasılığı yoktur diyebiliriz. Fırtına lafını kullanabilmek için de rüzgârın hızının saatte 60-62 km’yi aşması gerekiyor. Hadi diyelim ki mucize oldu ve evet bu şiddette rüzgarlar esti, esti, esti… Her akşam mı? Mümkün mü?
2002 Yılı Eylül Ayı Sıcaklıkları

2002 Yılı Eylül Ayı Rüzgar Hızı

Yazımı sonlandırırken;
2002 yılı kışı sert geçmiş. İstanbul’un karla kaplandığını hatırlayanlar olabilir.
Belkiler;
- şarkının yazılışı zamana yayılmış olması,
- yalnızlığın soğukta daha çok hissedilmesi,
- kafiye, melodi hece uyumu…vs, aklımızın eremeyeceği konular tüm bu çelişkilerin bir araya gelmesine sebep olmuş olabilir.
Bu kadar gariplik bir araya gelip insanları nasıl hüzünlendirir? Şarkı söylenirken (icra edilirken); ‘Her akşam fırtına kar yağmur’ kısmını sanatçı duygusal bir doluluk, içten bir hüzün fışkırması şeklinde haykırarak söylüyor. Bu da o bölümdeki çelişkilerden ziyade, ‘soğuk hava da içimizden geçti, hem de gezdiğimiz yerlerde’ gibi depresif bir ruh hali ile manipüle olmuş bizleri, bir tık daha bizden uzaklaştırmıyor mu?
Bir ihtimal daha var ki o da şu; belki de bu ayrılık acısı ile yüzleşmiş birisi için etrafı ne kadar günlük güneşlik de olsa, hissettikleri ona ‘her gün’ fırtınalı karlı yağmurlu hava kasveti yaşatıyordur… Kim bilir?
Karlı havalar kasvetli değildir bu arada, bu da ayrı bir konu…