Bilimsel Devrimlerin Yapısı
Bilimsel Devrimlerin Yapısı / Thomas Samuel Kuhn

Thomas Samuel Kuhn, 18 Temmuz 1922 tarihinde ABD’de doğmuş, fizikçi, tarihçi ve bilim felsefecisidir.
Makale yazmıyor olsamda, Kuhn’un savunduğu görüşü netleştirebilmek için böyle bir tarza ihtiyaç olacak gibi görünüyor.
Kitabın, Nilüfer Kuyaş tarafından yazılan, önsözünde yer alan şu cümle, basit haliyle, Kuhn’un görüşünü özetliyor; Kuhn’un düşüncesine göre bilim tarihi, bilimsel girişimin kesintisiz bir birikim halinde değil, aksine, bilgiyi büyük kesintilere, hatta kopmalara uğratan devrimci dönüşümlerle geliştiğini göstermektedir. Kuhn, bilimsel gelişimi doğrusal ve devamlı görmez.
Thomas Kuhn’a göre bilimsel süreç, bilim insanlarının inançları ve sosyo-kültürel yapılarına göre değişiklik gösterebilir. Kendisinin de dediği gibi, aynı verilere bakılarak (tarihsel de olsalar) çok farklı düşünce yapıları inşa etmek daima mümkündür.
Kuhn, görüşünü desteklemek için, Gestalt’tan, psikolojik deneylerden yararlanıyor. Aynı şeye bakan farklı insanların, farklı şeyler görebileceği ile ilgili…
Bazı bilim tarihçisi ve felsefecilerine göre (pozitivistler), bilimin ilerleyişi bilimsel bilginin birikmesiyle gerçekleşiyorken, bazı, bir takım, diğer bilim tarihçisi ve felsefecilerine göre ise bilimin ilerleyişi bilimsel devrimlerle olmaktadır. Kuhn ikinci bölüme dahildir.
Kuhn paradigma, olağan / olağanüstü bilim, bilimsel devrim gibi kavramları, kendine özgü tanımlarla, belki de, alanında ilk kez kullanmıştır.
Yine Nilüfer Kuyaş tarafından yazılan, önsözünde Kuhn’un paradigma tanımı ve devrimler olarak nitelendirdiği olayların en yalın haliyle anlatısını bulabiliyoruz:
Kuhn’un devrimlerle yıkılıp yenilerini oluşturduğunu söylediği paradigmalar, en geniş anlamıyla, bilgi ortamını yaratan amaçların, çıkarların örgütlendiği sistematik yapıdır. Devrimler ise, bilgi ortamlarının iletişimidir, bilgi alışverişinin yapıldığı kurumsal, giderek kültürel etkileşimdir.
Bence en can alıcı bölümü burası:
Bu etkileşimi ve bu bilgi ortamını pozitivizmin yapmak istediği gibi tek bir boyutta dondurarak, mekanistik şekilde doğalcı birikimci bir süreç gibi göstermeye çalışmak, bilgide bulunması gereken bu iletişim/etkileşim boyutunu yok etmek, yani teknik gelişmeyi insan çabasının yerine koymaktır. Böylece bilginin amacı insanın özgürleşerek doğaya egemen olması değil, doğaya egemenliğin insanın insana egemenliği ile özdeşleşmesidir.
1969 yılında yazdığı sonsözünde, yöneltilen eleştirilere, detaylı cevap vermiştir.
Kitabı alıp, okumama neden olan şey ne idi bilmiyorum. Sadece, aldım ve okudum. İlerleme görüşüne, Newton/Einstein fiziğine, röntgenin bulunuşuna, Kopernik devrimine, oksijenin keşfine kadar bir çok konuda, algılayabildiğim düzeyde, bilgi sahibi olduğumu düşünüyorum. Geçmişte, bilim insanlarının inanıp, peşinden sürüklendikleri, kanıtlamaya çalıştıkları şeyler hakkında bilgi sahibi olmak dahi, sadece bu bile insana farklı pencere/ler açıyor. Tuhaf geliyor ilk önce. Sonra böyle oluyor demek ki, birilerinin de, bir yerden, bir şekilde başlaması gerekiyor diye düşünüyorsun. Son/uç diye bir şey de yok. Neden olsun ki? Kabul ettiğin kadarında durup, sonuç diyebilirsin, fakat bu gerçekten de sonuç mu? Buna koşulsuz şartsız evet denebilir mi?