Bir Küçük Kuş Meselesi
Ne güzeldir evinize yakın bir ağaca konmuş kuşun sesiyle uyanmak. Kuşlarla dolu ağaçların olduğu parklarda yürümek, ormanlarda koşmak. Balkonunuza yuvasını kurmuş bir kuşa ev sahipliği yapmak, her sabah acaba yavrular yumurtadan çıktı mı diye bakmak.
Kuşlar ve varoluşlarının dünyamıza kattığı şiirsel güzellikler, adlarına yazılan şarkılar, onlarla yapılan benzetmeler, sevgimizi ifade edişlerimizde yer almaları, hepsi her şey onlarla ilgili.
Doğanın parçası bu hayvanlar bazen zor duruma düşebiliyorlar. Yanlış yere kurulan yuvalar, yavrular için tehlikeli olabiliyor. Henüz uçmaya hazır olmayan yavru kuşlar, yuvadan düşüp, yalnız başlarına hayatta kalma mücadelesine başlıyorlar.
Bir gün böyle bir yavru ile yollarımız kesişti. İşten eve dönüş yolunda, tam apartmanın kapısına doğru yürüyorken yolun kenarında hareket eden bir şey fark ettim. Baştan bunun çöp, kâğıt…vs. bir şey olduğunu düşündüm. Sokak o kadar temizdi ki, etrafta rüzgârın getirdiği çalı, yaprak, toz, toprak gibi doğal bir kirlilik bile yoktu. Bunun çöp olamayacağını algılayıp, yakından bakma gereği hissettim. Apartmanın en kenar köşe kısmında, duvarın kenarına sinmiş, titreyen, ürkek küçük bir kuş olduğunu gördükten sonra hayatımda yaşadığım en ilginç anlarda kendimi buldum.
Çünkü;
Bu çelimsiz minik kuşun görüntüsü pek iç açıcı değildi, yukarıya baktığımda düşmüş olduğu yeri göremiyordum, belli ki çok yüksekten düşmüştü ve görünenden daha kötü durumda olabilirdi. İyi halde olmuş olsa bile, o saatlerde köpeğini gezdirmeye çıkaran insanlar yoğun oluyordu ve köpekler onu merak edip patileri ile keşfetmek isteyebilirlerdi, bu da onun hayatının sonu anlamına gelebilirdi. Görüntüsü çok kırılgandı. İlave olarak, dünyada ondan çok vardı, bir kuş çok yumurtlayabilirdi.
Hem belki de dünya üzerinde artık benim de sadece konfor alanım dahilinde ve/ya mantıklı düşünmem gerekiyordu. Bütün gün zorlayıcı geçmişti, artık dinlenmeyi hak etmiştim. Yolda bulduğum bir kuş yavrusu için, onu kurtarmak için (belki de sadece 1 saat, belki de 15 dakika yaşayacaktı, garantisi de yoktu) araştırma yapmak, birileri ile iletişim kurmak bunun için zaman harcamak fikri de yorgunluğuma yorgunluk katacaktı.

Bunları düşünerek, kapıya doğru yöneldim ve merdivenlerden çıkarken kendimi, kendime muhalefet ederken buldum. Sanırım konuşan, mantıklı değerlendirme yaptığını sanan (f/p falan gibi) aklımın sindirmeye çalıştığı vicdanımdı. Neyse ki devreye hızlıca girdi. Vicdanımla karar alamayacaksam, insan olmamın ne anlamı vardı?
O bir canlıydı ve başına, yaşına uygun olmayan bir şey gelmişti. Bu onun tercihi yada ihtiyacı değildi. O an canlı görünüyordu. Ayaklarını kullanarak ilerlemeye ve sesini duyurmaya çalışıyordu, belki de annesine. 1 saat sonra ölebilirmişmiş, belki de 15 dakikaymışmış…kime ne bunlardan? Görünen ne ise, o anda, o hali ile durum ne ise kabul etmek ve aksiyon almak önemli değil miydi? O serçeden dünyada milyonlarca, milyarlarca da olabilir. Fakat, o anda, orada, o halde olan ve bir insanın dikkatini çeken bir tane kuş yavrusu vardı. Yollarımız kesişmişti bir kez. İnsan olmak nasıl bir şeydi?
Tüm bunlardan sonra evde bulunan boş bir yoğurt kutusu ve yapılan araştırmalar, hayvanat bahçesi ile yapılan görüşmelerin neticesinde, yavru kuş hayvanat bahçesi yetkililerine teslim edildi.
O bir serçe yavrusuydu. Henüz bakıma ve beslenmeye muhtaçtı. Yaşamına devam etmiş olmanı o kadar diledim ki küçük serçe yavrusu.
O gün yaşananların, yaşama, hayata, doğanın sıradan ve görkemli akışına katacakları nereden bilinebilir ki?
Göklerden gelen kutlu bir armağan gibi!
